10 Eylül 2011 Cumartesi

Bir diğer mektup. 15/08/1888 Paris/Fransa

Sevgilim,

İşte sana yine yollayamayacağımdan emin olduğum ama yazmaktan da bir türlü kendimi alıkoyamadığım mektuplarımdan birisini daha yazıyorum. Yazarken gülümsememin sebebi de bir gün bunları okuduğun zaman hayatta olma umudum. Çok geç olmadan dön gel ve oku bunları. Yalvarırım.

Margaret beni o kuyudan çıkaralı sanırım 8 ay geçti. Bu geçen zaman boyunca hala sağlığımın yerinde olup olmadığından endişeli gibi bir hali var. Bunu her gece yatarken baş ucumda yanan şamdandaki mumların, sabah kalktığımda sönmüş olduğundan anlıyorum. Sanırım geceleri ara ara gelip kontrol ediyor. Margareti hatırlarsın, hani şu sevmediğin ve sanırım asla sevemeyeceğin yirmi yıllık dadım ve şu andaki yardımcım. Kıskanmakta haklı olabilirsin, çünkü beni gerçekten çok seviyor. Çok yaşlandı, geçtiğimiz sene emekliye ayırdım ama hala benim yanımda kalmakta ısrarcı. Charles Floquet'in köşesindeki evi ona emeklilik ikramiyesi olarak vermeme rağmen Eyfel kulesinin inşaat seslerinin kendisini rahatsız ettiğini bahane ederek yeniden yanıma yerleşti. O evi de kiraya verip gelen kirayı köydeki yaşlı kardeşine gönderiyor.

Yürümem ve nefes almam gittikçe düzeldi. Hatta şimdi eskisi gibiyim diyebilirim. Bir tek heyecanlanıp kalbim hızlı çarptığımda ciğerlerime bir şey batıyormuş gibi hissediyorum. Doktor Jacob da zamanla geçeceğini söyledi. Aslında durumun vahim yanı acıyan ciğerlerim değil! O kuyuya düştüğüm gece aklıma gelince ciğerlerim değil de kalbim daha çok acıyor! Nasıl yaparsın bana bunu? Henüz kapıyı vurup gideli birkaç ay olmuşken o Fletcher denen adiyle nasıl nişanlanırsın? Eğer kızgınlıkla evet dediysen sonuçlarını tahmin edebiliyor musun hiç? Yok eğer önceden hislerin var ise neden benimle birlikte oldun? Tanrım çıldırmak üzereyim!

Geçen bu bir yıla yakın sürede hiç mi kulağına haber gelmedi sağlığımla ilgili haberler? Neden bir geçmiş olsun deme zahmetinde bile bulunmadın? Geçirdiğimiz onca güzel anının hiç mi hatırı yoktu? Raynard'ın doğumgünü kutlaması için verdiği davette kalabalıktan uzaklaşıp bağ evinde öpmüştün beni ilk defa.. Ve söz vermiştin öptüğün son kişi olacağıma. Senin yokluğunda ben gün ışığına bile çıkmadım. Perdeler hiç açılmadı. Saate hiç bakmadım. Zamanı sadece biten şarap ve eriyen mumlardan hesaplayabiliyorum. Ama sen!

Sanırım kuyuya nasıl düştüğümü öğrenmek isteyeceksin bu mektupları okurken. Ben şöminenin karşısında bir elimde bende kalan saç tokan, diğer elimde dedemden kalma zümrüt kaplamalı şarap kadehi seninle tekrar bir araya geleceğimiz günün hayallerini kurarken o sinsi arkadaşın Yolanda girmişti içeri. Umarsızca ve beni senden soğutup kendine yakınlaştıracağını düşünerek vermişti Fletcher'le nişanlandığın haberini vermişti. O şöminedeki yanan odun parçalarından birisi kalbime saplanmıştı sanki. Aile arasında olduğunu ve davet edilmediğini, bu yüzden de gece benim yanımda kalmamı isteyip istemediğimi sormak için gelmişti Yolanda yosması. Sen ise onun en yakın arkadaşın olduğunu savunup durdun bana. Bense hiç ısınamamıştım.

İşte o gece nişan törenine yetişip haykırarak seni sevdiğimi söylemek istedim. Aslında söylememe gerek de yoktu, "seni özledim" diyebilmiştim ya bir kere tüm cesaretimi toplayıp ve içebildiğim kadar şarap içip. Neden anlamadın o iki kelimenin içerdiği ağırlığı? Ama yine de gelip yüzüne söylemek istedim seni sevdiğimi gözlerinin içine bakarak. Belki geri dönerdin bana. Ne gururum, ne taşıdığım soyad. Hiçbiri gözümde değildi. Nereden bilebilirim avludaki ahırın yanındaki kuyunun üzerinde tahtaların olmadığını? Gözümü açtığımda Yolanda yanımdaydı. Margeret yaşlı gözlerle doktorun teşhisini bekliyordu. Bir daha yürüyemez lafını bende duydum ve tekrar gözlerimi kapattım. Tek düşündüğüm senin nişanlanıp nişanlanmadığındı. İçimde blöf yaptığınla ilgili bir his vardı hep.

Birkaç gün sonra tekrar uyandığımda Margaret herşeyin gerçek olduğunu ve düğün hazırlıklarına başladığınızı anlattı gözyaşlarına boğularak. O anda aklıma geldi son sözlerin. "Mutlu olamayacaksın". Şimdi yavaş yavaş iyileşip enerjimi toparlıyorum.

Mutlu olmak için!
Eski sevgilin Archer...

sinirli yazı

Sevgili okuyucu.. Çevremde bir takım dallama arkadaşım var, bugüne kadar onlarla çeşitli platformlarda tartıştım fakat şu anda burada, sizin önünüzde -yani yetmişbeş milyonun önünde- hepsine genel bir cevap vermek istedim. Bu arkadaşlarım çeşit çeşit.. Kendi aralarında dallara ayrılıyorlar. Şu anda cevap vereceğim kısım; genel anlamda IQ değerleri düşük olan, mantıksız, salak, kıskanç, çekemeyen, gavat gibi sıfatlara sahip olanlardır. Müsadenizle çok sevgili okuyucularım başlamak istiyorum..

Ulan mantıksız arkadaşım, hesap kitap matematik bilmezsin, kendi kafandan benim arabama değer biçmeye çalışırsın. Sana ne ulan? Arabamın değerini hesaplamaya çalışandan maaşımı hesaplamasını da beklerim ben.. "Vosvosa binmek golf oynamak gibi zengin işi" demişti bir abim o yüzden. Yani kafadan içten pazarlıkçı olduğunu kanıtladım bile. Hesaplama işi muhasebeyle eşdeğerdir biraz. Amortisman nedir bilir misin? 69 yılından beri hayatta, sağlam, çalışır ve düzgün vaziyetteyse bu araba, kendini kaç kere amorti etti haberin var mı senin? Göt! Ayrıca sevene göre ucuzdur, bilmeyene göre pahalıdır. Sen hangi taraftasın? Totoşko?

Yok efendim çok sorun çıkarırmış, yolda bırakırmış. Sana ne again? Yolda kalmak istemiyorsan binme! Benim arabama da binme lütfen!Sen kız arkadaşının arabasıyla sağ koltukta giderken lastik patlayınca servis çağırırsın, ben gaz teli kopunca ip bağlar yoluma devam ederim. Sen servis gelmezse genel müdürlüğü arayıp artislik yaparsın, zamanında gelemeyen işçi kardeşimi patronuna şikayet edersin; ben sorunu halledemezsem bi arkadaşımı ararım, onbeş arkadaşım gelir, mis gibi etkinliğe dönüşür olay. Demirden korkuyosan trene binme ve lütfen bir vosvosun yanına dahi park etme. Senin kız arkadaşın çift taraflı kliması olan bi araba isteyip başının etini yerken, benim kız arkadaşım kelebek camının ne de güzel bi özellik olduğunu dile getirir, sayemde ona sahip olduğu içinde yanağıma bi öpücük kondurur.. Ha öyle vosvoslar var ki, sağ koltukta otururken allahını şaşırır peygamberi debriyaj telinde ararsın.

Şimdiki lafım ise sana arabası bile olmayan arkadaşım... Ulan sen babandan araba isteyip, caddelerde teybin sesini açıp gezerken ben kendi paramla aldığım vosvosuma pasta-cila yapardım. Önce git kendi alın terinle bişeyler sahibi ol, aza tamah et, arkadaşlarının arabalarının arka koltuğundan terfi et, sonra beni küçümsemeye çalış. Dallama! Yancı pezevenk! Ha alırsın arabanı konuşmaya başlarsın, şunu da unutma ki ömrünün sonuna kadar yine benim yaptığım kilometreye yetişemezsin! Benim aldığım arabanın asıl değeri bir şişe Jim Beam değil! Onun yanındaki samimiyet!

Lüks araban mı var? E bin gez kendi çapında? Kendi hayatında geldiğin yer seni tatmin etmemiş demek ki, bi de benim üzerimden prim yapmaya çalışıyorsun. Ama yapamazsın. Çünkü etrafındakilerin çoğu sana değil arabana değer veriyorlar haberin yok. Sen sahip olduğun kız arkadaşını o arabanla tatile çıkarmadığın için boynuz yersin, benim kız arkadaşım marş motoru bozulunca topuklu ayakkabısıyla koca arabayı ittirir, üstüne bi de "sıkma canını hayatım der". Ama senin beyinciğin ise sadece benim kız arkadaşım hakkında "ne buluyor onda" yorumunu üretebilir. Aslında üretemez, mutlaka başkasından duymuşsundur.

Ha bir de vosvosçuluğumu küçümseyenler, sizi unuttum sanmayın. Ulan siz bi arkadaşınızla yola çıkarken kilometre hesabı yaparsınız, ikiniz de birbirinizin gözünün içine bakarsınız mola yerindeki çayın parasını kim ödeyecek diye, ben arkadaşımla ortak araba alırım, yola çıkarım, kampa giderim, 5 kuruşun adı geçmez.. Kim daha ısrarcıysa o öder. Benzin parasının ortak ödendiği zaman da olur, o da sırf vosvosla gidilebilsin diye.. Yoksa tren diye bi icat var ortada.. Senin hiçbir zaman sen yolda kalınca arkandan duran ve senin araban çalışmadan yola devam etmeyen, sen yola çıkacağın zaman kendi arabasından parça söküp arabana takan, sen yola çıkacakken arkandan su dökmeye gelen arkadaşlığın olmayacak!

Arabama ve arabamdan dolayı bana yüksekten bakan kızlar, sizlere lafım çok kısa. gidin iki ekmeğin arasında, tost makinesinde eriyin! Benim gözümdeki layığınız budur!

Bir de şöyle birşey var dallama arkadaşlarım.. Siz bu yazıyı dört duvar evinizde ya da ofisinizde okuyorsunuz, ama ben deniz kenarı kamp yaparken yazdım :)